Denizin
masmavi kıyılarına yakın, zümrüt yeşilliğindeki uçsuz bucaksız bahçelerin birinde
yaşayan portakal çiçeğiyim ben. Beyaz taç yapraklarım, yeşil çanak yapraklarım,
dişi ve erkek organlarımla beraber tam çiçek şeklinde yaratılmışım. Güzel
kokularım, bahçenin dört bir yanına yayılırken tablamdaki nektaryum salgılarım,
böcekleri cezbedip kendine çekerek ürememizi kolaylaştırır. Bazı portakal
kardeşlerimiz turunç bitkisinin aşılanmasıyla, bazıları koparılan dal parçasının
eşeysiz üremesi ile bazı portakal fidanları da doku kültür ortamında üretilerek
uygun habitatlarda (yaşam alanı) gelişip çiçekler açarız.
Gün
geçtikçe havalar ısınıyor ve nehirlerden çağlayan sular etrafına katreler ve
köpükler bırakarak akıyordu. Su demek hayat demekti. Bahçemizin sulanması
sırasında köklerimdeki emici tüylerden aldığım bol mineralli soğuk suların
damarlarımdan (iletim parankiması) akışını hissediyordum adeta. Yeryüzünde
yaşanan küçük tatlı telaşlar, benim de çiçek hücrelerimi sarmıştı. Büyüme
bölgelerimdeki tomurcuklar çatlayarak güneşin de yardımıyla gelişiyorlardı.
Zamanla büyüme bölgelerimde üretilen ve hücrelerimdeki golgi organelinden
salınan hormonlar iletim damarlarım ile ihtiyaç duyulan bölgelere taşınıyordu.
Hormonların uyarıcı etkisiyle bizleri taşıyan dallarımız uzuyor, genişliyor ve
çiçeklenerek beyaz bir gelinliğe benziyordu.
Yeşil
yapraklarımın kenarları bembeyaz çiçeklerle süslenirken portakal meyvelerim için
tozlaşmalar da başlamıştı. Çevreye yayılan farklı aromatik kokular böcekleri,
özellikle de arıları çiçeklerime çekiyordu. Beyaz desenli taç yapraklarımın
ortasındaki salgı hücrelerinden bırakılan nektaryumlar arı, kelebek, uğur
böceği gibi canlıları cezbediyordu. Serçeler, rengârenk ağaçkakanlar,
kanaryalar gelerek, her gün çiçeklerimizdeki bal özleri ve böcekler ile
besleniyordu.
Muhteşem
güzellikte yaratılmış çiçekler arasında ben de polen ve yumurta hücrelerinin
eşlenip tozlaşmasıyla yeni bir serüvene başladım. Çiçeklerimin dişi
organında bulunan embriyo keselerimde, polenlerle tozlaşmalar oluyordu.
Sonrasında sperm hücreleri ve yumurtanın döllenmesiyle zigottan gelişen meyvemin
oluşumu başlıyordu.
Çiçeğimde pek çok embriyo kesesi ve dişi organ
bulundurduğumdan, meyvelerim gelişirken dilim dilim bir görüntü oluşuyordu.
Bileşik meyve tarzında paketlenen leziz ve sulu dilimlerim gün geçtikçe
şişkinleşiyordu. İncir ve nar gibi meyvelerin gelişimi de bize benzer. Dişi
organlarım(ovaryumlar) gelişirken çiçek yapraklarım da etrafımızı sararak yeşil
portakal kabuğumu oluşturur. Çiçek yapraklarımın dişi organlarımı sarması ve
meyve oluşumuna katılması, yalancı ya da yapay meyve olarak adlandırılır. Yaz
günlerinde güneş ışınlarının fırınlarında fotosentez reaksiyonlarıyla yavaş
yavaş pişirilerek, tatlı yeşil meyvem kızarmaya başlar. Özellikle de ön plastit
maddesi, kloroplast ve lökoplast taneciklerinin kromoplast denilen renkli
pigmentlere farklılaşması, turuncu (karoten) renkli meyvelerimin gelişimine
yardım eder. Bu gelişmeler ve farklılaşmalar genlerimdeki aktivasyonlar, enzim
ve hormon faaliyet dengesi ve çevre faktörlerinin düzenli işbirliği ile gerçekleştirilir.
Bu latif faaliyetlerle, yüzlerce olayı aynı anda gören ve tasarlayan bir
kudretin sanatlarının ayinedarlığını çiçeğimde, dalımda ve meyvelerimde resmedilir.
Yeşil
dallarımın uçlarından ve kenarlarından uzanan turuncu meyvelerimin oluşturduğu o
güzel görüntüler ekosisteme ayrı bir güzellik katıyordu. Yapraklarımda fotosentez
reaksiyonlarımız da ışığın etkisiyle iyice hızlanıyor ve havadaki karbondioksit
gazları meyve üretimi için bolca emiliyordu. Su moleküllerinin fotolizi ile atmosfere
oksijen veriyordum. Besin sentezi faaliyetlerim de bu sıralar oldukça
hızlanmıştı. Turuncu meyvelerim dallarda büyüdükçe ağırlaşarak dal bastı
portakallara dönüşüyordu. Bu sırada çiçek kardeşlerimden olan meyvelerimize
yakın doku hücrelerinden salgılanan etilen hormonu portakal meyvelerimizin
olgunlaşmasını uyarıyordu. Turuncu renkli, hoş kokulu ve iri meyvelerim
toplanırken bazılarımız insanlara ikram ediliyordu. Bazılarımız da toplanarak
pazarlara, evlere ve pastanelere götürülüyordu. Sofralarda, ikramlarda insanlar
ince bir hassasiyetle kabuklarımızı soyuyor ve özel paketlenmiş dilimlerimizi
tüketiyorlardı. Bazılarımızın meyve suyu sıkılıyor, içenlere ferahlık ve
zindelik veriyordu. Portakal kabuklarımız damak zevkine göre reçel veya harika
kokulu kek gibi tatlıların yapımında kullanılıyordu.
Günler hızla geçerken havalar soğumaya başladı.
Sonbaharda meyvelerimiz toplanarak farklı bölgelere sevk edilmeye başlandı.
Portakal meyvelerimiz insanların özellikle çocukların gelişimi, soğuk
algınlığına dirençli olmaları için çok faydalıdır. Onlar için hem leziz bir
rızık hem de şifalı bir besin oluruz. Amino asit, yağ asiti, gliserol, glikoz, fruktoz,
mineral, vitaminler ve C vitamini yoğunluklu zengin bileşiklerimizden
yararlanırlar. C vitamininin günlük alınmasının önemi fark edilirse bizim
kıymetimiz de daha iyi anlaşılır. Bu vitamin sayesinde damar çeperlerinde
kanamalar azalır, bağ doku lifleri güçlenir, doku gelişimi ve soğuk algınlığına
direnç arttırılır. Sağlık sektöründe, ilaç veya kozmetik ürünlerde bazı
moleküllerimiz insanların yararı için kullanılır.
Meyvelerimiz toplandıktan sonra, çiçeklerimizi taşıyacak
bitki kısımlarımız bazal metabolizma ile bir nevi uykuya dalar. Dallarımızdaki ve
tüm sene yeşil kalabilen yapraklarımızda bazı gözenekler kapatılarak ısı kaybımız
düşürülür. Bu sırada özel bir hormon salgısı uykumuzu kolaylaştırır. Uzun kış
gecelerinde ve belli soğuklarda hayatımız sakince devam ederek haftalar geçer. Dirilişimiz
ise baharın gelmesiyle başlar. Uyanan dallarımızda tomurcuklar gülümseyerek
açılır ve beyaz çiçekli, yeşilli turunculu günlerimiz yeniden başlar.…
Harika.....
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilKalemine, emeğine sağlık canım. 😊
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim
YanıtlaSilGüzel bir yazı olmuş ,anlatım süper
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilÇok güzel olmuş hocam 😊 Elinize sağlık...
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
YanıtlaSil