Sessizliğin içinden
yükselen geceye ortak, mazilere götüren bir mızrak sesim ben. Varlığım var mı,
canlıyla mı varım muamma. Bazen hüzünlü bir şarkı, bazen hasret dolu bir mektup
bazen de sevgi dolu dizelerde saklanırım. Bazen çok uzaklardaki gurbeti,
özlemi sona erdiren bir tutam tatlı cümle olurum ben. Dağ olurum, su olurum,
okyanus olurum. Dillerde türkü olurum. Bazen anacığın dilinde yavrusunu
uyuttuğu ninni olurum. Bazen bir yolcuya hoşça kal olurum. Şair olurum, müzisyen
olurum, öğretmen olurum, insan olurum… Ama ne olursam olayım söz olmak için önce
beyinde üretilen bir protein olurum.
Dile gelmemiz öncelikle
canlının beynin de başlar. Beynin konuşma merkezinde bulunan sitoplazmada, aminoasitlerin
oluşmasıyla başlar ilk hecelerim. Ribozom organelinde, gen şifreleri sayesinde aminoasitler proteinlere dönüştürülerek varlığım için ilk adım
atılmış olur. Enzimlerin ve hücrelerin kullandığı ATP, faaliyetlerini
mikrosaniyeler içinde arttırarak devam ettirir. Proteinler, konuşma
merkezinden, nöronlara doğru salgılanmak için golgi organeline, oradan da hücre
zarına iletilir. Hücre zarından ise sinir akson ucuna doğru ilerleyerek, birçok
hormon türevleri ile birlikte sinir hücresi boşluklarına (sinaps) bırakılır. Akıp
gider bu uyarı, merkezi sinir hücrelerinden, motor sinir hücrelerine doğru.
Nöron gövdelerinden (dentrit) aksonlara doğru hızlı bir yolculuk başlar. İletim
elektrokimyasal bir şekilde ilerler. Enerji ise oksijenli solunum ile
karşılanır.
Sese dönüşebilmek için
birçok organın yardımlaşması gerekir. Beyin, omurilik, diyafram, ses telleri, dil, dudak… Uyarı önce diyafram
kasını faaliyete geçirir. Soluk verme sırasında, hava adeta vücut bulmak için
bırakır kendini dışarıya. Böylelikle bir yandan hücrelerin atığı olan
karbondioksit dışarı atılırken bir yanda da gırtlaktaki ses telleri titreşmeye
başlar. Söz olur, şarkı olur, özlem olur. Öyle ki hangi duyguya bürünürse onun
kılıfında gezinir. Kıyıya vurur gibi, dalga dalga kulağa çarparak anlam bulmaya
çalışırız bir kulak kepçesinde…
Yollarım uzundur küçük
bir zerrecikte olsam... Sonu olmayan yollar gibidir hayatın içinde. Bazen
mutluluğun sesi bazen kelimelerin sus pus olup kalbin bam teline dokunan bir kabak
kemane gibi… En hüzünlü çalgılardan biri; dinleyeni uçsuz bucaksız çöllere
götürüp, göze görkem hayalleri bir serap gibi canlandıran kabak kemane… Onunda
özlemi belki aziz bir suyadır, belki yaşadığı diyara. Bir su kabağının dile
gelip konuşmasıdır belki. Tunç rengi hayallerin başlangıcıdır her bir nota...
Anlatamadığı masalları olan, ‘sus’ların kucağında çocuk masumu yüzler ve küf
rengi günahların sardığı büyülü masallar içinde canlanan müzikler… Anlam
bulmak, düşünmek, özlemek… Aslında hepsi merkezi sinir sisteminin marifeti…
İşte usul usul çalan bir kabak kemane… Oluşan ses önce kulak kepçesinden
geçerek kulak zarına gelir. Kulak zarında oluşan titreşimler o büyülü
dokunuşların başlangıç emaresidir. Ses sırasıyla önce çekice, sonra örse,
oradan üzengiye geçer. Labirent ve kanallardan oluşan iç kulağa, kıvrım kıvrım
akarcasına ilerleyerek ulaşır. Zarla çevrili olan bu kısımlarda ses dalgasıyla
titreşen sıvılar bulunur. Ses dalgaları burada göle taş atmış gibi adeta dalga
dalga ilerler. Sanki duyguların bestesi burada yoğrulurcasına, sanki beklenen her
şey çok daha güzel olacağını bilerek ağır ağır, ama bir o kadarda hızla
ilerliyor bu duygu havuzunun kanallarında.
Ses, salyangoza benzeyen ve
kohlea adı denilen yerden anlam bulmak için adım adım kanallardan geçer. Asıl
duyma işini, üzeri sıvı hareketleriyle titreşen kılları taşıyan hücrelerle
donatılmış korti organı yapar. Bu hücrelerin her biri duyma sinirleri ile
sürekli temas halindedir. Kulak, havada ilerleyen ses dalgalarının basınç
enerjisini, sinirsel iletimlere dönüştürür. İşitme sinirleri ise aldıkları ses
bilgisini önce talamusa sonra ise beyin kabuğunda bulunan duyma merkezine taşır.
Duyulanlar bazen hüzün olur bazen gurbet bazen sevinç. Bazen de bir dua olur ya
da bir şükür. Bazen uçsuz bucaksız bir umman olur. Kalbin kör karanlıklarını,
vicdanı, merhameti uyandırır her bir ses tonu. İnsanın iradesini dile getirip
varlığını var ederek, ses olur canına. Böylelikle hayal âleminden bir ses elbisesiyle
sirete bürünür akıl sahipleri…
MÜTEFENNİN
merhaba
YanıtlaSil