Odun parçalarının alev
alev yanmasıyla başladı bu hikâye. Kor gibi yanan meşe ağacının parçalarıyla
körüklenirken ateş, demlikte dem almaya başlayan usul usul bir çayım ben. Suyun
tadına, rengine ve kokusuna bürünerek dost olan, yudumlandığında ise iç ısıtan bir
tutam çay. Bir deniz kenarında, yeşillikler içinde saklı bir bahçeden, masmavi
denize doğru uzanan manzara eşliğinde, huzura kavuşulan sessiz sedasız bir yerdeyim.
Denizdeki dalgalar, kumsal, çam ormanları, toprak kokusu ve çay moleküllerimin
kokusu ile tefekkür edilip huzura ulaşılan yerde. İnce belli bir bardağa
dökülen kıpkırmızı, tavşankanı renginde ki bir çay. Varlığım belki de bu kâinat
sarayında değerli olan insana küçük bir mutluluk vermekti. Bir bitki iken
küre-i arzın nazırı olan bir insanda vücut bulma şerefine erişip orda hayat
bulacaktım. Ben kahvaltılarda, dost meclislerinde, sıcak aile sohbetlerinde,
bazen mutlu olunan hatıraların bazen de hüzünlü anların ortamında dert ortağıyımdır
her halimle. Soğuk havalarda ‘’çayım var iç de için ısınsın’’ cümlesinin
öznesiyim, sıcak havalarda ‘’iç de hararetin dinsin’’ cümlesinin. Aslında
burada yaptığım tamamen su sayesinde insanın metabolizmasında düzenleyici
olarak görev almaktı. Bizimkisi suya tat olmaktı yani…
İkindi vaktinin en tatlı
yerindeyiz. Beş çaylarının yapıldığı, serinliğin kendini hafiften hissettirdiği
vakitte. Güneş en güzel resmini gökyüzünden denize doğru çiziyor. Havada
turuncu yansımalar, biraz buruk biraz umutlu. Deniz sakin, kimi zaman hırçın.
Falezler deniz dalgalarıyla sımsıkı sarılırcasına bir halde. Karabatak kuşu ise
her zaman ki yerinde. Bu güzelliklerin sahibini hatırlatan manzara eşliğinde
huzurun en güzel eşiğindeyim. İşte kristal bir cam bardağına doğru yavaş yavaş dökülüyorum.
Rengim kırmızı, rengim parlak… Işıltım ise göze canlılık veriyor. Demlikteki
bir çayken bana uzanan bir elle birlikte dudaklarda tatlı bir yudum oluyorum. İnsanın
vücudunda yola revan olurken biraz korkak bir meraklı biraz da hevesli bir
şekilde önce dilin yüzeyinde yayılıyorum. Çay moleküllerim, dilin üstünde ki
tat tomurcuklarıyla temas ettikçe beynin tat merkezinde olağan üstü enfes
algılar oluşturuyor. Aslında tam da burada, tat tomurcukların mucizevi
oluşumunu düşünüyorum. Düşünsenize her yiyeceğin tadını algılayabilecek bir
sürü tat tomurcuğu. Her besinin tadını ayrı ayrı algılayan bir merkezi sinir
sistemi. Acı, tatlı, ekşi, tuzlu diye ayırırken bile, karakteristik tatlarını da
algılayan bir beyin. Bu tatların tadına erişmek için aynı zamanda kokumuz da buna eşlik ediyor. Ortama yayılan çay kokusu insanın burun deliklerinden geçerek
sarı noktada bulunan reseptörleri uyarır. Oluşan uyarılar beynin koku merkezine
iletilir. Böylece bende insanda büyük bir keyif oluşturuyorum. Kendime has
kokum ile insanın dilinde tatlandıkça tatlanıyorum. Hatta öyle ki kokuyla
birlikte lezzetimde, tadımda en yüksek dereceye ulaşıyor. Tadımız algılandıktan
sonra insanın yemek borusundan mideye doğru yol alırız. Yemek borusunda
reseptörler olmadığı için sıcaklığımız bu bölümde hissedilmez. Ama insanda
tadımızla oluşturduğumuz o muhteşem duygular ise bütün vücutta hissedilir.
Yemek borusu, ardından mideye oradan da ince bağırsakta ilerler çay molekülerim.
Yapımda bulunan organik ve inorganik maddeler, meydana gelen uyarılar ile pankreas
ve ince bağırsaktan özel olarak salgılanan enzimlerle sindirilerek monomer denilen
yapı taşlarını oluşturur.
İnsan vücudunda organik
maddelerden olan karbonhidratlar glikoza, proteinler amino aside, yağlar yağ
asitlerine ve gliserole kadar ayrıştırılırlar. Benim yapımda bulunan vitamin ve
mineral bileşenlerim de küçük moleküllü olduğundan sindirime gerek kalmadan
emilerek kolayca kan dolaşımına katılırlar. Diğer organik bileşenlerim ise
basit difüzyon, kolaylaştırılmış difüzyon ve aktif taşıma olayları ile kan
dolaşımına katılırlar. Bunun için öncelikle çay moleküllerim ince bağırsakta
bulunan villuslardan geçerler. Moleküllerimin bir kısmı kan dolaşımı diğer bir
kısmı da lenf dolaşımı ile taşınarak kalpten bütün vücuda pompalanır. Yapımda bulunan tein maddesi , selenyum ve
esans moleküllerinin uyarıcı özellikleri ile insan dokularında adeta canlılığı ve
zindeliği büyük bir keyifle arttırır. Ayrıca
tein madde türevleri, yağ asidi çeşitleri, çinko, selenyum, flor ve diğer birçok
organik-inorganik yapı taşları, organlara yüzlerce önemli faydalar kazandırır.
Damar akışkanlığını artırır, kireçlenme ve felç risklerini azaltır. Hem içimde
bulunan antioksidan yapılar ile kanserojen ve hastalık yapıcı maddelere karşı
savunma direncini de arttırırız. Bir yandan insanın zindeliğini artırırken bir
yandan insanın vücudunu savunan birçok mekanizmaya katılmış oluruz. Bizler
insan doku hücrelerinde, metabolik faaliyetler sonucu karbondioksit,
su ve azotlu artıklar şeklinde açığa çıkıp akciğer, böbrek ve deri gibi
organlardan boşaltım yapılarak yolculuğumuzu devam ettiririz. Artık toplanma
vakti… Ufuk çizgisi görünürken ötelerden Güneş bir çay kızıllığı ile güne
elveda diyordu.
Ben yaylalarda,
bahçelerde yetişen yağmuru çok seven, yeşil yeşil iken insana bir rahmet gibi
bardakta sunulan çayım. Sohbetlerin en koyusunda, sevdiklerinize hediye gibi
sunulan, zişuur sahiplerine ise bir damlamın kâfi olduğu kâinatın küçük bir
parçasıyım.
Şimdi bir çay içer misiniz?
MÜTEFENNİN
Ahh canım ne güzel yazmışsın, çayın yeri hep ayrıdır bizde, ne demiş Nazan Bekiroğlu, "çayı yaratan Allah'a hamd olsun, ya yaratmamış olsaydı? " , sevdiklerimizin vücudumuzdaki serüvenlerini okumak da ayrı keyif veriyor, iyi ki yazıyorsun 🌼🤗😍💐
YanıtlaSilAhh canım ne güzel yazmışsın, çayın yeri hep ayrıdır bizde, ne demiş Nazan Bekiroğlu, "çayı yaratan Allah'a hamd olsun, ya yaratmamış olsaydı? " , sevdiklerimizin vücudumuzdaki serüvenlerini okumak da ayrı keyif veriyor, iyi ki yazıyorsun 🌼🤗😍💐
YanıtlaSilCanım cok tesekkur ederim😍
Silkaleminize yüreğinize sağlık, ne güzel bir yazı.
YanıtlaSilTesekkur ederim.
Sil